Not: Önce şu bloga bakarsanız bu yürüyüşler için güzel bir çerçeve olabilir.
Piazza del Popolo’dan (Halk Meydanı) Via di Ripetta’ya girip güneye yürüyerek Ara Pacis Müzesine varmıştık (bir önceki blog yazım). Şimdi o son noktadan, yani müzeden sağa dönüp nehir kıyısını takip eden bulvara (Lungotevere) geçeceğiz ve bir sonraki aşamayı yürüyeceğiz.
Caddeden karşıya geçince Ara Pacis’in traverten duvarlarına (solda) allasmaladık dedim ve yüzümü nehre dönüp selam çaktım.
Tiber nehri İtalya Yarımadası’nın belkemiği Appenin Sıradağlarından kaynıyor, 406 kilometre seyri esnasında Roma’ya da hayat verip Roma’nın limanı Ostia’da denize ulaşıyor (Harita: wikipedia).
Roma Belediye Meydanı Campidoglio’da bulunan bu heykel Tiber Nehrini tasvir ediyor (foto: wikipedia). Tiber nehri saçından sakalından derelerin, çayların berekette buluştuğu bir kutsal kişi olarak tasavvur edilmiş.
Gölgelikli hintinciri ağaçlarının bezediği Tiber kıyısı sevilen bir yürüyüş güzergahı.
Mussolini Tiber’in ilk çıktığı kaynağa bir anıt diktirtmiş ve üzerine Latince QUI NASCE IL FIUME SACRO AI DESTINI DI ROMA yazdırmış, yani BURADAN ROMA İSTİKAMETİNİ KUTSAYAN NEHİR DOĞUYOR anlamına gelen bir ifade bu.
Bir zamanlar Tiber üzerinde denizden 100 kilometre içeriye seyir etmek mümkünmüş, ama zamanla suyun bıraktığı tortu nedeniyle hem nehir ağzındaki limanlar kapanmış, hem de denizden içeri ancak Roma’ya kadar ulaşılır olmuş (yaklaşık 25 kilometre).
Karşı kıyı yakın yüzyılların şehir mimarisiyle donanmış. Barok mimari hayli yoğun gözleniyor. Vatikan, karşıya geçtikten sonra 10-15 dakika yürüme mesafesinde. Bugün hedefimiz orası değil.
Az yürüyünce bütün haşmetiyle Roma Adalet Sarayı dikiliyor karşımıza. 1861’de İtalya nihayet bir krallık rejimiyle birlik kurabildi. Bu devlet 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçerken kurumlarını inşa etmeye çalıştı. Rönesans ve Barok mimarisinden esinlenen Adalet Sarayı o dönemin ürünü.
Şehircilik, tarihi Roma’da bu noktadan ileri geçememiş. Bu da insanda, ne bileyim, bir huzursuzluğa sebep oluyor. Bir önceki yazımda Ara Pacis Müzesinin (ki mimarisi modern) yapılışı etrafında kopan kavgalardan bahsettim. Tamam, korumacılık güzel, tarihi miras güzel, ama ya güncel hayat, ya yenilik, hep eski, hep geçmiş, insan boğulmaz mı, birazcık çağının içinde soluklanmayı istemez mi?
İnsan bir müzede, bir mezarda ne süre yaşayabilir?
Bir yandan karşı kıyıdaki yapılara dikkat verirken yürüdüğümüz tarafta şehrin dokusunu daha yakından inceleme imkanımız oluyor. Görünüm yamalı bohça gibi, bir yanda oturulan, iyi restore edilmiş evler, öbür yandan bakımsızlıktan metruklaşmış binalar.
Bir şehir iyileşen yerleriyle, kanayan yerleriyle, cerahatli noktalarıyla kompleks bir yara adeta. Ama (söylemem lazım ki) eskinin güzelliği de çok cazip. Kadim bir mirasın enkaz halleri bile iyileşmekte olan bir yaranın bağladığı kabuğu, bu kabuğun etrafındaki tatlı tatlı kaşınmaları duyumsatıyor insana, değil mi?
Ne bileyim, bir ikilem içindeyim.
Vay, uzaktan çok güzel bir köprü göründü! Arkada Gianicolo tepeleri. Köprünün üzeride sağlı sollu heykeller var.
Bu köprü karşıdaki Sant’Angelo Kalesine (Castel Sant’Angelo) bağlanıyor. Kale, Roma imparatoru Hadrian’a (117-138) mozole olarak inşa edilmiş, sonra zamanla Kilise’nin askeri karargahı haline dönüşmüş.
Karşıdaki melek heykelinin kaidesinde İncil’den potaverunt me aceto ifadesi yazılı. Anlamı: bana içeyim diye sirke verdiler.
İşte bu! Ya seyahat!
Derler ya Evliya Çelebi peygamberi rüyasında görünce dili dolanmış, şefaat ya resulallah diyeceğine, seyahat ya resulallah, demiş.
Tabi çağımızda biz turistiz ya, öyle kutlu, yüce saiklerle geziyoruz desek, yalan olur.
Ama bir turist bile karşısına Sen Peter Bazilikası gibi bir yapı dikilince estetik namına azıcık uçuşa geçiyor (doğrusu).
Uçmak deyince, hop, havalandım, Sen Peter’in tepesindeki kupola’ya kondum. Maksadım, bu Tiber kıyısı yürüyüşünün bir Roma seyahati kapsamında romantik bir zirve olduğunu belirtmek. Azıcık sürreel bir girişim ama resimin orta üst hizasına bakın, nehir, kenarında dolandığımız yeşillikler tepeden böyle görünüyor.
Anladınız, gezmek dilime vurdu 🙂 . Seyahat romantizmine dolanmış zihnime bir şaplak atıp kendine gel dedim, ayakların yere bassın, şifa ya resulallah 🙂 .
Böyle böyle Tiber’in köprülerini ve kutsadığı yaşam dolu eskiliği aştık ve bir sonraki serüvenimize vasıl olduk 🙂 .