Arşiv | Mayıs, 2015

ROMA YÜRÜYÜŞÜ: TİBER NEHRİ KIYISI

21 May

Lungotevere

Not: Önce şu bloga bakarsanız bu yürüyüşler için güzel bir çerçeve olabilir.

Piazza del Popolo’dan (Halk Meydanı) Via di Ripetta’ya girip güneye yürüyerek Ara Pacis Müzesine varmıştık (bir önceki blog yazım). Şimdi o son noktadan, yani müzeden sağa dönüp nehir kıyısını takip eden bulvara (Lungotevere) geçeceğiz ve bir sonraki aşamayı yürüyeceğiz.

IMG_9970

Caddeden karşıya geçince Ara Pacis’in traverten duvarlarına (solda)  allasmaladık dedim ve yüzümü nehre dönüp selam çaktım.

IMG_9968

Tiber

Tiber nehri İtalya Yarımadası’nın belkemiği Appenin Sıradağlarından kaynıyor, 406 kilometre seyri esnasında Roma’ya da hayat verip Roma’nın limanı Ostia’da denize ulaşıyor (Harita: wikipedia).

Roman_sculpture

Roma Belediye Meydanı Campidoglio’da bulunan bu heykel Tiber Nehrini tasvir ediyor (foto: wikipedia).  Tiber nehri saçından sakalından derelerin, çayların berekette buluştuğu bir kutsal kişi olarak tasavvur edilmiş.

IMG_9975 IMG_0144

Gölgelikli hintinciri ağaçlarının bezediği Tiber kıyısı  sevilen bir yürüyüş güzergahı.

Mussolini Tiber’in ilk çıktığı kaynağa bir anıt diktirtmiş ve üzerine Latince QUI NASCE IL FIUME SACRO AI DESTINI DI ROMA yazdırmış, yani BURADAN ROMA İSTİKAMETİNİ KUTSAYAN NEHİR DOĞUYOR anlamına gelen bir ifade bu.

IMG_9977

Bir zamanlar Tiber üzerinde denizden 100 kilometre içeriye seyir etmek mümkünmüş, ama zamanla suyun bıraktığı tortu nedeniyle hem nehir ağzındaki limanlar kapanmış, hem de denizden içeri ancak Roma’ya kadar ulaşılır olmuş (yaklaşık 25 kilometre).

IMG_9974

Karşı kıyı yakın yüzyılların şehir mimarisiyle donanmış. Barok mimari  hayli yoğun gözleniyor. Vatikan, karşıya geçtikten sonra 10-15 dakika yürüme mesafesinde. Bugün hedefimiz orası değil.

IMG_9976 IMG_0143

Az yürüyünce bütün haşmetiyle Roma Adalet Sarayı dikiliyor karşımıza. 1861’de İtalya nihayet bir krallık rejimiyle birlik kurabildi. Bu devlet 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçerken kurumlarını inşa etmeye çalıştı. Rönesans ve Barok mimarisinden esinlenen Adalet Sarayı o dönemin ürünü.

Şehircilik, tarihi Roma’da bu noktadan ileri geçememiş. Bu da insanda, ne bileyim, bir huzursuzluğa sebep oluyor. Bir önceki yazımda Ara Pacis Müzesinin (ki mimarisi modern) yapılışı etrafında kopan kavgalardan bahsettim. Tamam, korumacılık güzel, tarihi miras güzel, ama ya güncel hayat, ya yenilik, hep eski, hep geçmiş, insan boğulmaz mı, birazcık çağının içinde soluklanmayı istemez mi?

İnsan bir müzede, bir mezarda ne süre yaşayabilir?

IMG_9981 IMG_9983

Bir yandan karşı kıyıdaki yapılara dikkat verirken yürüdüğümüz tarafta şehrin dokusunu daha yakından inceleme imkanımız oluyor. Görünüm yamalı bohça gibi, bir yanda oturulan, iyi restore edilmiş evler, öbür yandan bakımsızlıktan metruklaşmış binalar.

Bir şehir iyileşen yerleriyle, kanayan yerleriyle, cerahatli noktalarıyla kompleks bir yara adeta. Ama (söylemem lazım ki) eskinin güzelliği de çok cazip. Kadim bir mirasın enkaz halleri bile iyileşmekte olan bir yaranın bağladığı kabuğu, bu kabuğun etrafındaki tatlı tatlı kaşınmaları duyumsatıyor insana, değil mi?

Ne bileyim, bir ikilem içindeyim.

IMG_0142

Vay, uzaktan çok güzel bir köprü göründü! Arkada Gianicolo tepeleri. Köprünün üzeride sağlı sollu heykeller var.

IMG_9989

Bu köprü  karşıdaki  Sant’Angelo Kalesine (Castel Sant’Angelo) bağlanıyor. Kale, Roma imparatoru Hadrian’a (117-138) mozole olarak inşa edilmiş, sonra zamanla Kilise’nin askeri karargahı haline dönüşmüş.

IMG_0149

Karşıdaki melek heykelinin kaidesinde İncil’den potaverunt me aceto ifadesi yazılı. Anlamı: bana içeyim diye sirke verdiler.

IMG_0139

İşte bu! Ya seyahat!

Derler ya Evliya Çelebi peygamberi rüyasında görünce dili dolanmış, şefaat ya resulallah diyeceğine, seyahat ya resulallah, demiş.

Tabi çağımızda biz turistiz ya, öyle kutlu, yüce saiklerle geziyoruz desek, yalan olur.

Ama bir turist bile karşısına Sen Peter Bazilikası gibi bir yapı dikilince estetik namına azıcık uçuşa geçiyor (doğrusu).

IMG_0222

Uçmak deyince,  hop, havalandım, Sen Peter’in tepesindeki kupola’ya kondum. Maksadım, bu Tiber kıyısı yürüyüşünün bir Roma seyahati kapsamında romantik bir zirve olduğunu belirtmek. Azıcık sürreel bir girişim ama resimin orta üst hizasına bakın, nehir, kenarında dolandığımız yeşillikler tepeden böyle görünüyor.

IMG_9996 IMG_9999

Anladınız, gezmek dilime vurdu 🙂 . Seyahat romantizmine dolanmış zihnime bir şaplak atıp kendine gel dedim, ayakların yere bassın, şifa ya resulallah 🙂 .

Böyle böyle Tiber’in köprülerini ve kutsadığı yaşam dolu eskiliği aştık ve bir sonraki serüvenimize vasıl olduk 🙂 .

ROMA YÜRÜYÜŞÜ: VİA Dİ RİPETTA

20 May

Via di Ripetta

Not: Önce şu bloga bakarsanız bu yürüyüşler için güzel bir çerçeve olabilir.

İlk yürüyeceğimiz güzergah Via di Ripetta. Ripetta Sokağı adını Tiber nehirine kurulan ticari bir  iskeleden (ripetta) alıyor. Bu isim yakın zamanlardan kalma (şimdi iskele filan yok tabii ki). Olayın evveliyatına bakarsak, şehrin bu kısımı rönesans zamanında imar ediliyor ve bu sokak düzenlemesinin hamisi Papa Leo X (1475-1521). Kurucusuna hürmeten bu sokak ilk başında Via Leonina diye biliniyor zaten.

Roma döneminde bu civarın adı Campus Martius. Martius, Roma savaş tanrısı Mars demek, yani bu meydanlıklı semt askeriyenin merkezi. Lejyonerler burada toplanıp harbe gidiyorlar. Siyasi ve askeri sektörün merkezi diyebiliriz, sivil ve dini örgütlenme buna uyar şekilde yer almış bu civarda.

Ondan öncesi, sazlık, bataklık. Eski Roma güneydeki tepelik kısımlara kurulmuş, dikkat ederseniz burası nehire çok yakın. Bu bölgenin günümüzdeki haline gelmesi  yüzyıllar süren bir iskan ve ıslah süreci sonucu olmuş.

IMG_9935

Yani öyle böyle değil, şehirli modern zamanların bu karakterli sokağına bayılıyor. Yukardaki manzara sevilmiyecek gibi değil. Sokak şehrin göbeğinde, ama 18. yüzyıl civarı başlayan  modern şehircilik baskısından, yani geniş caddeler, bulvarlar vs vs, pek etkilenmemişe benziyor.

Hani Avrupa tarihinde vardır ya, devrimler, başkaldırılar nedeniyle halk daha hızlı kontrol edilebilsin diye dar sokaklar, çıkmazlar yıkılmış, koca koca caddeler açılmış. Arkasından bir de araba kültürü, aha bu günkü meydan veya cadde anlayışı. Aman ne güzel, değil mi?

IMG_9943 IMG_9937

Sit alanı diye tabii ki tamir mamir hak getire. Ayrıca ekonomik durumun kesat olması da cabası.

IMG_9941 IMG_9939 IMG_9947

Bu semtte sokak seviyesi çarşı, yukarılar evler. Sağlı sollu dar sokaklar, özellikle nehire giden sokaklara nerdeyse sokak denemez.

IMG_9942

Bu binayı görünce, evet, Roma’da tahsil yapsan, en iyisi sanat üzerine birşey okumak olurdu, diye düşünmekten kendimi alamadım. Burası Güzel Sanatlar Okulu.

Bu arada öğle yemeği vakti gelmişti, okulu da bulunca, en iyi ve hesaplı yemeği talebe yer deyip bahçeye daldım. Gençlerin civarda gittikleri temiz ve hesaplı kafeterya gibi bir yeri aranıyordum.  Dediler ki sen Pane e Formaggio’ya git, memnun kalırsın. İsim güzel, lokantanın adı Peynir Ekmek anlamına geliyor. Hah, tam bana göre.

IMG_9945 IMG_9946

Aman yarabbi, bu ne! Yok bir de kazanı boca etseydiniz önüme bari 🙂 . Bolkepçe kavramının görsel tanımı bu olsa gerek. Sağolun öğrenci kardeşlerim, Via di Ripetta’daki bu emsalsiz tavsiyeniz için!

İki kişiyiz. Yumulmuşuz (dolaşmaktan bitap düşmüş aç turistiz desem anlaşılır herhalde 🙂 ).

Toplam hesap 28 euro, ki azıcık havalı bir restorandan 50-60 eurodan (iki kişi) aşağı çıkılmıyor. Tabii bir de fotoğraftaki kadar sipariş vermek gereksiz(miş), kişi başı 8-10 euro’ya da doyulabilir.

IMG_9948

Yanından geçtiğimiz bina modern mimari usullerine göre inşa edilmiş bir müze binası. Bu hayret bir durum Roma şehri için.

IMG_9959

Niye derseniz, Roma’da (haklı olarak) geçmişe muazzam bir vurgu var, ama şöyle bir sorun da var, bazı yapılar o kadar eski ki, şu an iler tutar yanları kalmamış. Tabii restorasyon diye olgu da var, ama hangi prensiplere göre restorasyon yapacaksınız?

Bu müze 2000 yıl öncesinden, imparator Augustus döneminden kalmış, Ara Pacis yani Barış Sunağı denen yapıyı sergiliyor. Mimari modern. Roma’nın tarihi merkezinde bu kadar yeni dönem yapısı çok çok az. O nedenle Ara Pacis binası yapılırken şehirde büyük bir kavga kopmuş.

Ara1600

Ama şehrin eskil dokusuna nazar boncuğu gibi ilişmiş de diyebiliriz herhalde bu yapı için. Fotoğrafta solda Tiber nehri, ortada Ara Pacis, onun da hemen yanında Via di Ripetta kuşbakışı görülüyor. (Foto: New York Times)

Ara-Pacis-Tellus-0786

Ara Pacis, MÖ 13 yılında Roma’nın o zamanki sivil din anlayışını yansıtacak şekilde tasarlanmış. Üstteki resimde tanrıça Tellus Roma’nın kurucuları Remus ve Romulus kardeşleri emzirirken görülüyor. Augustus için Ana Tanrıça kültü çok önemliydi ve bu kültün izi neolitik dönem Anadolusuna kadar sürülüyor.

1024px-Roma-mausoleo_di_augusto

Girişteki haritaya bir daha bakarsanız  Ara Pacis binasının tam karşısında yuvarlak bir ikonayla gösterilen bir unsur var. Augustus’un Mozolesi bu (üstteki resim). Etrafını dolaştım, çepeçevre demir parmaklıklardan baktım ama, yok, ziyaret mümkün değil. Yapı kaderine terkedilmiş.

Nasıl olur?

Güya para yok diyorlar restorasyon için ama bir başka açıklama da şöyle: 1937 yılında faşist Mussolini, politik hayalleri için özellikle Augustus’u malzeme yapınca imparatorluğun kurucu babası fecii itibar kaybetmiş, o nedenle kimsenin bu mozoleyi kalkındırmaya şevki kalmamış. Gibi gibi.

Neyse, belki bir gün onarırlar, ziyarete açarlar da Roma Devletinin siyasi-sosyal propagandasını nasıl yaptığını yerinde gözleme imkanı buluruz.

O güne kadar 🙂 , yürümeye devam.

ROMA’DA UZUN BİR YÜRÜYÜŞ

19 May

Gez Dünyayı, Gör Konya’yı! demek istedi galiba diye düşündüm. Kaldığımız butik otelin görevlisi Mirella, Roma‘yı övmek isterken mevzuyu öyle bir yere getirdi ki çocukluğumdan hatıra bu aforizma canlandı zihnimde.

Sanırım yüzümde bir gülümseme belirmişti.

Mirella’ya göre insan dünyayı gezip gördükten sonra Roma’ya gelmeliydi, çünkü başka hiç bir şehir Roma kadar yoğun bir gezi tecrübesi yaşatamazdı insana. Otelde kalan diğer bir çifte işaret ederek, bakın, dedi, bunların dördüncü gelişleri,  hep bizde kalırlar.

Roma’yı gezmeye doyamayan Arjantin’lilere de gülümsemişim.

roma_rioni_mappa

Tarihi Roma şehrinin semtlerini gösteren haritaya bakalım. Otelimiz Trevi semtinde, İspanyol Merdivenlerine yakın bir sokakta.

Görüldüğü üzere gezip dolaşılacak yerler birbirine yakın gibi görünüyor, ama dikkat, Roma Yedi Tepe namlı şehirlerin en reklamı yapılmışıdır, anasıdır. Zamanında nüfusunun bir milyona ulaştığı söylenir. Dolayısıyla, görmeye değer tarihi mevkilerin arasındaki mesafeler her yanı bir günde dolaşacak kadar birbirine yakın değil, ama biraz yürü, biraz vasıtaya bin, yaklaşık 2768 yıllık  mazisi olan bir şehrin her noktasına otuz-kırk dakika içinde varmak olası.

Roma’nın MÖ 753’te 21 Nisan günü kurulduğu söyleniyor, ama bu tarih efsane kontenjanından (galiba).   Kuruluş günü Nisan sonu, doğanın canlanışının zirveye ulaştığı bir tarihe denk düşüyor. Oh ne güzel, insan coşkuyla kutlar bu kutlu günü :).

Roma’da turistlik bir çile. Ayaklara bilumum soğuk renk karakterli sular  bir bir iniyor, mor, yeşil, kahverengi, ızdırap en son kara’da karar kılıyor.

Ama bir şehrin ciğerine de ancak yürünerek vasıl olunuyor (be).

Ciğer derken, hani ‘ciğeri beşpara etmez’ veya ‘ciğerimi ye’ ifadelerinde anlatılan derin karakter fikrine işaret etmek istiyorum.

Yani öyle bir dolaşayım ki, mazisiyle, yaşantısıyla, hükümet binalarıyla, mahallesiyle şehrin karakterini içinden yaşıyayım. Dert bu.

Durun, bu arzuya örnek bir güzergahı anlatayım.

Semt haritasına bir daha bakın, yukardan aşağıya mavi kordela gibi Tiber nehrini gördünüz mü, hah, nehirden fazla uzaklaşmıyacak şekilde  Campo Marzio, Ponte, Regalo ve Trastevere semtlerini bulun, bütün bu hattı biribirine bağlıyacak bir yürüyüş güzergahı çıkaracağım.

Slide1

Uydu resminde Piazza del Popolo‘yu görüyorsunuz, bu nokta yürüyüşümüzün başlangıcı. Popolo, halk demek, dolayısıyla bu meydan Roma’nın  son iki yüzyıllık tarihine nişane bir isim yaşıyor. Halk Meydanı.

Fotoğraf meydan ve ondan açılan sokakları öyle bir vermiş ki sanırsınız karşınızda bir anahtar var. Bu güzel, çünkü meydandan başlayıp, resimde 1, 2, 3 diye işaretlenmiş sokaklardan şehrin ayrı bir yüzünü özetleyen güzergahlar tutturabilirsiniz. (Roma’lılar meydan ve sokakların oluşturduğu bu yapıya Tridente diyorlar üç dişli yabaya izafeten)

Bu yazıda biz 1 numaralı sokaktan başlayıp güneye devam edeceğiz. 2 numara Roma şehrinin ana caddesi Via del Corso‘ya açılıyor, 3 numara Via del Babunio‘ya açılıyor. Via, sokak demek (viale, cadde veya bulvar), Corso  (ing. course) rota veya yol anlamına geliyor, Babunio terimini biliyoruz aslında, Babun yani Maymun demek.

Piazza del Popolo’ya toplu ulaşım vasıtası  kırmızı metroyla ulaşılabilir, haritada sarı okla gösterilen Flaminio durağında inmek gerekir.

Slide1

Metrodan indik, meydana yukardan girdik. Hedefimiz sağda 1 numara ile gösterilen Via di Ripetta’ya girerek yürüyüşümüzü başlatmak.

Meydandaki dikilitaş (obelisk) Eski Mısır’dan. Roma, dünyada en fazla dikilitaş bulunan şehir. Eski Mısır’dan 8, Eski Roma’dan 5, toplam 13 adet kadim medeniyet kaynaklı obelisk var. Bunlar yanısıra modern imalat dikilitaşlar ve 2005 yılına kadar Etiyopya’nın Axum şehri kökenli dikilitaşı sayarsak Roma adeta kozmik bir iğne yastığı gibi bir şey oluyor.

il_570xN.225314530

Biraz daha yürüyoruz, dikilitaş üzerindeki kutsal yazılar (hieroglyph) seçilmeye başlıyor.

Slide1

İstikametimiz hala 1 no.lu sokak, meydan güzel, azıcık oyalanmaya değer. Adının güzel ifade ettiği üzere halkın (gözde) mekanı.

Slide1

Yürüyüşün anahtarını verdik, şimdi güzergahı tarif edelim:

Yürüyüşün ilk kısmında 1 numaralı güzergah olarak Via di Ripetta‘dan aşağı sallanacağız.

Via Tomacelli hizasına gelince, Tiber nehri kenarına geçeceğiz ve nehir boyu yürüyeceğiz. Bu yolun adını Lungotevere. Lungo demek Kıyısı demek, bir nehir ismiyle anılınca o nehrin kıyısındaki yürüme yolu anlaşılıyor. Tevere, Tiber isminin İtalyancası. Eskişehir’in Porsuk nehri kıyısına Lungoporsuk diyecektik mesela. Hakeza Lungamazon, Lungofırat, Lungonile (Floransa şehrinin ortasından geçen Arno nehrinin kıyısı, Lungarno).

2 numaralı yol çengel yapıp dönünce Via Giulia’nın girişine geliyoruz. Julia Sokağı diyelim, ‘Roma’nın en güzel sokağı’ diye bir şöhreti var (gerçi Roma’da güzel sokak ölümüne bol, Mirella çok haklı). 1, 2 ve 3. güzergahlar şehrin rönesans ve barok dönemde inşa edilen yeni kısmına denk geliyor. Bu yazıyı birazdan noktalandıracağım, ama müteakip bloglarda bu güzergahları anlattıkça  şehrin bu kısımının dokusunu daha bir belli olacak (inşallah yani 🙂 ).

Via Giulia bitince, köprüden nehir karşısına geçip Trastevere semtini dolaşıyoruz ve bu bölüm bu uzun yürüyüşün son ayağı oluyor. Trastevere, Tiber’i-aşıverince-(geldiğimiz)-mahalle demek (yani bu ‘Tras-‘ terimini çeviriyle ancak bu kadar yorumlayabildim :)). Trastevere semti kadim şehir dokusu içinde güncel mahalle hayatının en güzel yaşandığı yerlerden birisi ve benim gibi yaşam kültürlerine meraklı birisi için gezilmesi elzem bir mahal.

Yürümeye devam.

YENİ TÜRKİYE?

12 May

West

Batı Medeniyetinin tarihi ve ideolojik zemini için üç sembol şehir olarak Atina, Roma ve Kudüs ileri sürülür. Buna bakarak şu sıralar Türkiye’nin gündeminde olan (Yeni Türkiye gibi) medeniyet kampanyaları için ideolojik merkezler neler olabilir diye düşünmekteydim. Gerçekten, şehirler sembolizmi ile (artık içimize sinmiş olan ) Greko-Roman, Yahudi-Hristiyan formülü hayli kullanışlı bir propaganda aracı olarak özetleniyor, değil mi?

Çeşitli vesilelerle Türkiyenin kurucu geçmişine dair tarihler geçmiş binyıl’dan, geçmiş ikibinyıl’a değişmekteydi son zamanlarda. Su anda başta olan iktidar kendini  muhafazakar diye adlandırdığı ve Yeni Türkiye diye lanse edilen bir ideolojik kampanyaya soyunduğu için bu tarihlerin bilindik Türk-İslam Sentezi formülüyle uyumlu sloganlar üreteceğini öngörüyordum. Ateşli meydan konuşmalarında geçen Osmanlı, Selçuklu vs terimleri artık bir yerde kristalleşecek olan ideolojik sloganlar için uygun veriler de sağlıyor.

sehzade1

Aman o ne, Amasya Belediyesi tarafından dikilmiş bir heykel haberi İnternetten bomba gibi düştü. Gazete manşetlerine göre sosyal medya, Osmanlı Devletinde şahzedelerin eğitim yeri olan bu sancak şehrinde geleneksel ifade anlamlarını delip geçen bir tasarımla dikilen ‘Selfie Çeken Şehzade’ heykeli nedeniyle çalkalanmış. Gerçi hissiyat biraz karışık. Resimlere bakarsanız…

190557522113 selfie_ceken_sehzade_heykeline_ovgu_de_var_tepki_de_h480616 selfie-ceken-sehzade-heykeline-ikinci-saldiri-002

yerel yönetimin bu hızırca yaratıcı jesti ciddi düzeyde popüler kabul görmüş gibi görünüyor.

Hissiyat karışık dedim ya, siyasi propaganda olarak teklif edilen bu parlak siyasi buluşu olumlayanlar bir yanda, yakın geçmişte AK Parti önseçimlerinde geleneksel bazı iktidar simgeleriyle propagandaya soyunan aday adaylarının kampanyalarını ‘bu ne teklifsizlik’ diye yerenlere benzer şekilde, bu heykel tasarımını da kitsch, gülünç bulanlar öbür yanda.

Tabii hınzır hınzır düşünmekteyim ya, Türkiyenin yakın gelecekteki medeniyet atılımlarını destekleyecek ideolojik zemine Amasya’yı da kattım…

YeniTürkiye

ama Amasya şehrinin İstanbul ve Mekke yanısıra güncel politik tasarımlara afiş olacak bir tarihi ağırlığı olduğu konusunda da pek emin olamadım. O nedenle yukarda koyduğum ideolojik zemine ilham olan şehirler haritasında Amasya’yı (şimdilik) sarı soru işareti ikonuyla gösterdim.

Gerçi bilgi ve teknoloji çağında yaşıyoruz. Küresel ticaret ve dağıtım şebekelerinin geleneksel yaşam biçimimizin temeli ve zirvesi olan şehirleri giderek daha az önemli hale getirdiğini de duyumsuyoruz.  İnsan topluluklarından türeyen kültür birikimleri de giderek yerden, yerellikten, yerlilikten kopuyor diyebiliriz. Yeni Dünyevilik diye adlandıracağımız sanal bir yaşam şekli daha fazla ideolojik ilgiyi hakkediyor.

O nedenle belki  Amasya Belediyesi kendi şehrini İstanbul ve Mekke gibi geleneksel ağırlığı devasa, hemen unutulmayacak olan sembol şehirler yanına aday gösteremiyebilir, ama Selfie Çeken Şehzade heykelinin işaret ettiği üzere Sanal Dünya ve İnternet de (bir topos olarak) şu sıralar güdülen her medeniyet kampanyasında kurucu yerini almalıdır.

29251119 29251368

KİNOA DÜNYAYI KURTARIR

8 May

Soframa hiç bilmediğim bir yemeği koyacaksam üç şeye bakarım.

Bol mu?

Besleyici mi?

Lezzetli mi?

Kinoa, Güney Amerika And Dağlarından kopup gelme bir yiyecek. Üç-dört bin yıldır tarımının yapıldığı biliniyor. Çetin şartlarda yetiştiği, susuz tarıma uygun olduğu söyleniyor. Ve yetiştiği fakir bölgede halkın ana gıdalarından biri.

Tamam o zaman, iki kriter tuttu. Kinoa hem bol, hem besleyici.

Peki, lezzeti nasıl? Öyle ya, mutfağımıza sokacağız, soframıza koyacağız, seversek habire yapacağız, yenebilirliğini bırakalım, cazip de olmalı.

Valla buna şöyle bir baktım…

IMG_1108

.. ve gördüm ki bulgura benziyor. Hah, bu iyi bir şey. Bulguru pişirmeyi, yemeyi, lezzetini, lezzetlendirmeyi biliyorum.

O zaman bulgur benim yol göstericim olsun dedim ve bir kinoa pilavı yapmaya karar verdim.

Bilmediğim şey, ya ağzıma aldığımda yüzümü buruşturur tükürürsem? Diyorlar ki kinoa taneleri saponin denen sabunsu, acı bir maddeyle kaplıymış, sofrada iyi sonuç almak için bunun yıkanması gerekirmiş.

Valla süpermarkete geldiyse bu işlem çoktan yapılmıştır dedim ve yemeğe giriştim (haklıymışım).

IMG_1080

Bulgur pilavını patatesli, soğanlı yapmayı bilirim. Binyılların tutumlu mutfağından süzülüp gelmiş kolay ve besleyici bir aş bu. Aynı tarifle kinoa aşı yapıcam, bakalım nasıl olacak?

IMG_1082 IMG_1083

Patatesi, soğanı kıydım, rafine zeytinyağında önce patatesi (hafif kızarana kadar) sonra soğanı (hafif pembeleşene kadar) tavada çevirdim.

IMG_1085

Bir bardak kinoaya üç buçuk (hatta dört) bardak su ilave edip, kinoa suyunu çekip pilav olana kadar kısık ateşte pişirdim.

Kinoa bulgur gibi değil, çok su alıyor (öyle ya susuz ortamda yetiştiğine göre yetişirken içine fazla su girmesi gerekmiyor, ama pişirirken ver allah ver,  bol suyu bünyeye alıyor).

Ocaktan indirdikten sonra fazla özentiye kaçmadan yalnızca tuz ve kimyon sepeledim. Pilav olduğu için yan yemek olarak sofraya çıkardım.

Untitled IMG_1089

Bakın ilk yemek tamamen ot yemeği. Kıvırcık lahanayı (ingilizcesi kale) sütte haşlamışım, o kadar. İkinci yemek tavuk, salata ve kinoa pilavından oluşuyor.

Notun ne diyeceksiniz?

Fevkalade.

Bulgur nasıl soframın başköşesinde otururmuş, kinoayı da sağkolum yapmaya karar verdim.

Peki, bol dedik, lezzetini de tutturduk, besleyicilik konusunda kinoa nerede?

KinoaData

Gittim internetten besleyicilik üzerine veri derledim.

Valla ben yiyeceklerin kuru ağırlığı üzerinden konuşmayı, fikir yürütmeyi sevmiyorum, o nedenle başvurduğum veri tabanında her nevalenin pişmiş 100 gramı içinde ne kadar karbonhidrat, yağ, protein ve lif var hepsini çıkardım. Ayrıca bu miktar ne kadar enerji sağlıyor onu da ihmal etmedim.

Yemeklerimin besleyiciliği konusunda, tamam, binbir faktör ve bileşene bakıyorum ama, gelin konuyu sadeleştirelim, benim önemsediğim iki hususa bakalım. Protein ve lif.

Tabloya bakınca pirinç, mercimek ve nohuta ilişkin bilgiler gözünüzden kaçmamıştır.

Pirinç rakamlarını pilav hususunda üç pilavı, yani bulgur, kinoa ve pirinç pilavlarının besleyiciliği hakkında fikir sahibi olalım diye koydum (tabii ki milyon çeşit pirinç için milyon değişik rakam var, benim esas aldığım rakamlar, orta boy düz (zenginleştirilmemiş) pirinç için).

Mercimek ve nohutu da kinoa pilavı için bir adım sonrasını hayal edebilelim diye koydum.

Öyle ya mecimekli bulgur pilavı gibi yemeklerin şahı, hesaplı, bol ve besleyici bir yemeğin izindeyiz, değil mi?

Kinoa için proteinden zengin diyorlar. Gerçekten de öyle görünüyor, pirince göre neredeyse iki kat, bulgura göre de yaklaşık yüzde kırk fazla protein içeriyor.

Tamam, kinoa protein hususunda daha zengin. Lif durumu nasıl? Bu konuda bulgur daha  ön planda, yüzde altmış daha fazla lif var.

Bulgur liften, kinoa proteinden zengin, ama nohut ve mercimeğe bakarsanız, bu ikisini de kattığınız hem bulgur pilavı hem kinoa pilavı protein ve lif bakımından hayli güçlü hale geliyor.

Tamam o zaman, patatesli soğanlı kinoa pilavını dağarcığımıza kazandırdık, sırada mercimekli kinoa pilavını, nohutlu kinoa pilavını denemek var.

Daha baharatlara, keten tohumu ve chia tohumu gibi yağlı tohum katkılarına hiç göz atmadık.

Hele hele domatese filan hiç bakmadık.

Domates

Domates de kinoa gibi aynı coğrafyalardan, Güney ve Orta Amerika’dan kendi adıyla (“tomatl”) kopup gelmiş, 18. yüzyıldan beri sofralarımızın, yemeklerimizin süsü ve lezzeti olmuş.

Bakalım yirmibirinci yüzyılda kinoanın mutfak serüveni nasıl evrilecek?

ARABAYLA KIR GEZİSİ

6 May

IMG_5866

Yeşillenme başladı. Bahar.

Heyecanlı bir film: badem ağaçları, forsythia’lar, kiraz çiçekleri, manolyalar, erguvanlar, açelyalar, dogwood’lar, birbiri ardına açıp, kapayacaklar, açıp, kapayacaklar.

Valla evde duramadım, hazırlık yaptım, sabah kahvaltısından sonra yollara vurduk.

İstikamet Shenandoah Ulusal Parkı.

Slide1

Uydu haritasından bakınca, Amerika’nın doğu kıyısında, başkent Washington DC’ye yakın bir parktan söz ediyoruz. Oval ile işaretlenmiş bölgeye bakın. Kuzeydoğu-güneybatı hizasında uzanan acı yeşil bir koridor görülüyor, işte burası Shenandoah Ulusal Parkı. Aslında coğrafi anlamda Appalachian Sıradağlarının bir bölümü burası. Bu sıradağlar kuzeydoğudan güneybatıya uzun bir sistem oluşturuyor. Kitaplara konu olan meşhur Appalachian Trail bu dağların tepesinden giden bir yürüyüş yolu, uzunluğu yaklaşık 3400 kilometre. Bu yürüyüş yolunun Shenandoah Ulusal Parkındaki kısmı 168 kilometrelik bir bölüm.

shenandoah_national_parklarger

Parkın ortasından dağların sırtından giden bir araba yolu var, kırmızıyla gösterilmiş, işte bu yola kuzeyden girecek ve tamamını (168 km)  araba sürerek bir doğa ve kır gezisi yapacağız. Kuzeydeki park girişi Front Royal kasabasından, çıkış ise güneyde Waynesboro kasabasından.

LabeledMap

Gidenler olur diye bu uydu haritasında giriş ve çıkışları anayolları da katarak bir daha gösteriyorum. Eğer zamanınız varsa, bu yolu güneybatıya dağ sırtından 755 kilometre daha devam edebilirsiniz, ama bu yazının konusu yalnızca 168 kilometrelik kısım.

TRölçüleri

Peki, bu mesafeleri gözünüzde canlandırmak için örnek verelim. Eğer arabanıza atladınız, Shenandoah Ulusal Parkını sürdünüz, doymadınız, dağların sırtından orman içinden yola devam ettiniz geri kalan yolu da yaptınız. Sizce ne kadardır bu yolun uzunluğu? Resimde gösteriyorum, bu gezi, İzmir’den çıkıp, Kayseri’yi geçip, Sivas’a varmadan Şarkışla ilçesine kadar araba sürmek demek. Yaklaşık 950 kilometre. Bu yazıda yalnızca İzmir’den Kula‘ya kadar dolaştığımız kısmı anlatıyoruz, resimde iki kırmızı ok arası.

IMG_5852

Parka giriş ücreti araba başı $20 ve bir hafta geçerli. Dağ yolunun park içindeki adı Skyline Drive. Drive, caddelerden daha uzun, ama tam şehir göbeğinde de olmıyan, yani bulvar, cadde diyemeceğimiz, araba kültürüne alışık Amerika’nın semtleri, mahalleleri birbirine bağlıyan  geniş ana yollara verdiği isim.

Skyline isimlendirmesi manidar. Çok yükseklerden, dağların sırtından giden, sanki arabayla uçuyormuşcasına seyahat ettiğin bir güzergaha işaret ediyor. Cuk oturmuş.

Skyline Drive üzerinde sağlı sollu mola yerleri var, ya batı ya doğu tarafına tepeden bakabiliyorsunuz.

IMG_5856 IMG_5857

Aslında Mayıs başı ama aşağıda vadilerde, ovada başını alıp giden bahar buralarda yeni yeni filiz veriyor. Bütün manzara bu nedenle kahverengiyle yeşilin arasında bir geçiş dönemini yansıtıyor.

IMG_5860 IMG_5871

Yolda tonla bisikletli var. Güzel dağ havası içinde sonunda insanı mayhoşlaştıran bir egzersiz için ideal zaman.

IMG_5864IMG_5854

Tabii herkes iki tekerlekli üzerinde uğraş verecek değil.

IMG_5879 IMG_5880

Bu dağların renk özelliğini sorarsanız, fotoğraflarda gördüğünüz üzere ufuklara baktıkça manzara mavinin tonlarına bürünüyor. Havadaki nemin, su buharının sebep olduğu bu fiziksel olay çok seviliyor, romantik bulunuyor. Güneyde bu yolun adı zaten Blueridge Parkway, yani Mavisırt Parkyolu adını alıyor.

IMG_5875

Karnımız acıktı, parkın orta kısmında Big Meadows denen ziyaretçi merkezinde durduk. Bilgi alabilirsiniz, küçük bir müze ve hediyelik dükkanı da var. Big Meadows, Büyük Çayır demek, bu sandalyalere oturarak çayır-otlak ekosistemini örnekleyen bu kısımı korunaklı bir yerden temaşa edebilirsiniz. İsterseniz patika yollarında doğa yürüyüşleri yapabilirsiz. Dağ manzarası bir yana, civarda dereler, şelaleler, bin bir çeşit hayvan var.

IMG_5876 IMG_5877

Çıkınımızı açtık, yolluk azığımızla güzel bir piknik yaptık. Acıkmışız. Ayrılırken de dağ kaynağından suyumuzu ikmal ettik.

IMG_5861 IMG_5893

Yukarı tırmandıkça baharın daha buralara ulaşamadığı farkediliyor. Aslında belli bir yükseklikten sonra dağlarda ağaç, hatta bitki yaşamıyor. Ulu dağların tepeleri çöl, ama biz bu parkta rakım en fazla 1000 metre civarında dolaşacağız, bu seviyede her yer orman.

IMG_5890  IMG_5892

Arada yol kenarında istinat duvarındaki aralıklardan tabiat içine çıkış yapma imkanımız oluyor. Bitki örtüsü ve çeşitleri kompleks, dolayısıyla karşımızda kahverengiden yeşile bir çok tondan oluşan zengin bir halı var.

IMG_5894 IMG_5895 IMG_5899

Az kaldı, birazdan ulusal park bitecek. Parkın güney ucundan çıkıp Charlottesville’de konaklıyacağız. Amerika’nın üçüncü cumhurbaşkanı ve Bağımsızlık Bildirgesi yazarı Thomas Jefferson‘un evi Monticello‘yu ziyaret edeceğiz yarın.