Tag Archives: travel

ROMA YÜRÜYÜŞÜ: VİA Dİ RİPETTA

20 May

Via di Ripetta

Not: Önce şu bloga bakarsanız bu yürüyüşler için güzel bir çerçeve olabilir.

İlk yürüyeceğimiz güzergah Via di Ripetta. Ripetta Sokağı adını Tiber nehirine kurulan ticari bir  iskeleden (ripetta) alıyor. Bu isim yakın zamanlardan kalma (şimdi iskele filan yok tabii ki). Olayın evveliyatına bakarsak, şehrin bu kısımı rönesans zamanında imar ediliyor ve bu sokak düzenlemesinin hamisi Papa Leo X (1475-1521). Kurucusuna hürmeten bu sokak ilk başında Via Leonina diye biliniyor zaten.

Roma döneminde bu civarın adı Campus Martius. Martius, Roma savaş tanrısı Mars demek, yani bu meydanlıklı semt askeriyenin merkezi. Lejyonerler burada toplanıp harbe gidiyorlar. Siyasi ve askeri sektörün merkezi diyebiliriz, sivil ve dini örgütlenme buna uyar şekilde yer almış bu civarda.

Ondan öncesi, sazlık, bataklık. Eski Roma güneydeki tepelik kısımlara kurulmuş, dikkat ederseniz burası nehire çok yakın. Bu bölgenin günümüzdeki haline gelmesi  yüzyıllar süren bir iskan ve ıslah süreci sonucu olmuş.

IMG_9935

Yani öyle böyle değil, şehirli modern zamanların bu karakterli sokağına bayılıyor. Yukardaki manzara sevilmiyecek gibi değil. Sokak şehrin göbeğinde, ama 18. yüzyıl civarı başlayan  modern şehircilik baskısından, yani geniş caddeler, bulvarlar vs vs, pek etkilenmemişe benziyor.

Hani Avrupa tarihinde vardır ya, devrimler, başkaldırılar nedeniyle halk daha hızlı kontrol edilebilsin diye dar sokaklar, çıkmazlar yıkılmış, koca koca caddeler açılmış. Arkasından bir de araba kültürü, aha bu günkü meydan veya cadde anlayışı. Aman ne güzel, değil mi?

IMG_9943 IMG_9937

Sit alanı diye tabii ki tamir mamir hak getire. Ayrıca ekonomik durumun kesat olması da cabası.

IMG_9941 IMG_9939 IMG_9947

Bu semtte sokak seviyesi çarşı, yukarılar evler. Sağlı sollu dar sokaklar, özellikle nehire giden sokaklara nerdeyse sokak denemez.

IMG_9942

Bu binayı görünce, evet, Roma’da tahsil yapsan, en iyisi sanat üzerine birşey okumak olurdu, diye düşünmekten kendimi alamadım. Burası Güzel Sanatlar Okulu.

Bu arada öğle yemeği vakti gelmişti, okulu da bulunca, en iyi ve hesaplı yemeği talebe yer deyip bahçeye daldım. Gençlerin civarda gittikleri temiz ve hesaplı kafeterya gibi bir yeri aranıyordum.  Dediler ki sen Pane e Formaggio’ya git, memnun kalırsın. İsim güzel, lokantanın adı Peynir Ekmek anlamına geliyor. Hah, tam bana göre.

IMG_9945 IMG_9946

Aman yarabbi, bu ne! Yok bir de kazanı boca etseydiniz önüme bari 🙂 . Bolkepçe kavramının görsel tanımı bu olsa gerek. Sağolun öğrenci kardeşlerim, Via di Ripetta’daki bu emsalsiz tavsiyeniz için!

İki kişiyiz. Yumulmuşuz (dolaşmaktan bitap düşmüş aç turistiz desem anlaşılır herhalde 🙂 ).

Toplam hesap 28 euro, ki azıcık havalı bir restorandan 50-60 eurodan (iki kişi) aşağı çıkılmıyor. Tabii bir de fotoğraftaki kadar sipariş vermek gereksiz(miş), kişi başı 8-10 euro’ya da doyulabilir.

IMG_9948

Yanından geçtiğimiz bina modern mimari usullerine göre inşa edilmiş bir müze binası. Bu hayret bir durum Roma şehri için.

IMG_9959

Niye derseniz, Roma’da (haklı olarak) geçmişe muazzam bir vurgu var, ama şöyle bir sorun da var, bazı yapılar o kadar eski ki, şu an iler tutar yanları kalmamış. Tabii restorasyon diye olgu da var, ama hangi prensiplere göre restorasyon yapacaksınız?

Bu müze 2000 yıl öncesinden, imparator Augustus döneminden kalmış, Ara Pacis yani Barış Sunağı denen yapıyı sergiliyor. Mimari modern. Roma’nın tarihi merkezinde bu kadar yeni dönem yapısı çok çok az. O nedenle Ara Pacis binası yapılırken şehirde büyük bir kavga kopmuş.

Ara1600

Ama şehrin eskil dokusuna nazar boncuğu gibi ilişmiş de diyebiliriz herhalde bu yapı için. Fotoğrafta solda Tiber nehri, ortada Ara Pacis, onun da hemen yanında Via di Ripetta kuşbakışı görülüyor. (Foto: New York Times)

Ara-Pacis-Tellus-0786

Ara Pacis, MÖ 13 yılında Roma’nın o zamanki sivil din anlayışını yansıtacak şekilde tasarlanmış. Üstteki resimde tanrıça Tellus Roma’nın kurucuları Remus ve Romulus kardeşleri emzirirken görülüyor. Augustus için Ana Tanrıça kültü çok önemliydi ve bu kültün izi neolitik dönem Anadolusuna kadar sürülüyor.

1024px-Roma-mausoleo_di_augusto

Girişteki haritaya bir daha bakarsanız  Ara Pacis binasının tam karşısında yuvarlak bir ikonayla gösterilen bir unsur var. Augustus’un Mozolesi bu (üstteki resim). Etrafını dolaştım, çepeçevre demir parmaklıklardan baktım ama, yok, ziyaret mümkün değil. Yapı kaderine terkedilmiş.

Nasıl olur?

Güya para yok diyorlar restorasyon için ama bir başka açıklama da şöyle: 1937 yılında faşist Mussolini, politik hayalleri için özellikle Augustus’u malzeme yapınca imparatorluğun kurucu babası fecii itibar kaybetmiş, o nedenle kimsenin bu mozoleyi kalkındırmaya şevki kalmamış. Gibi gibi.

Neyse, belki bir gün onarırlar, ziyarete açarlar da Roma Devletinin siyasi-sosyal propagandasını nasıl yaptığını yerinde gözleme imkanı buluruz.

O güne kadar 🙂 , yürümeye devam.

ROMA’DA UZUN BİR YÜRÜYÜŞ

19 May

Gez Dünyayı, Gör Konya’yı! demek istedi galiba diye düşündüm. Kaldığımız butik otelin görevlisi Mirella, Roma‘yı övmek isterken mevzuyu öyle bir yere getirdi ki çocukluğumdan hatıra bu aforizma canlandı zihnimde.

Sanırım yüzümde bir gülümseme belirmişti.

Mirella’ya göre insan dünyayı gezip gördükten sonra Roma’ya gelmeliydi, çünkü başka hiç bir şehir Roma kadar yoğun bir gezi tecrübesi yaşatamazdı insana. Otelde kalan diğer bir çifte işaret ederek, bakın, dedi, bunların dördüncü gelişleri,  hep bizde kalırlar.

Roma’yı gezmeye doyamayan Arjantin’lilere de gülümsemişim.

roma_rioni_mappa

Tarihi Roma şehrinin semtlerini gösteren haritaya bakalım. Otelimiz Trevi semtinde, İspanyol Merdivenlerine yakın bir sokakta.

Görüldüğü üzere gezip dolaşılacak yerler birbirine yakın gibi görünüyor, ama dikkat, Roma Yedi Tepe namlı şehirlerin en reklamı yapılmışıdır, anasıdır. Zamanında nüfusunun bir milyona ulaştığı söylenir. Dolayısıyla, görmeye değer tarihi mevkilerin arasındaki mesafeler her yanı bir günde dolaşacak kadar birbirine yakın değil, ama biraz yürü, biraz vasıtaya bin, yaklaşık 2768 yıllık  mazisi olan bir şehrin her noktasına otuz-kırk dakika içinde varmak olası.

Roma’nın MÖ 753’te 21 Nisan günü kurulduğu söyleniyor, ama bu tarih efsane kontenjanından (galiba).   Kuruluş günü Nisan sonu, doğanın canlanışının zirveye ulaştığı bir tarihe denk düşüyor. Oh ne güzel, insan coşkuyla kutlar bu kutlu günü :).

Roma’da turistlik bir çile. Ayaklara bilumum soğuk renk karakterli sular  bir bir iniyor, mor, yeşil, kahverengi, ızdırap en son kara’da karar kılıyor.

Ama bir şehrin ciğerine de ancak yürünerek vasıl olunuyor (be).

Ciğer derken, hani ‘ciğeri beşpara etmez’ veya ‘ciğerimi ye’ ifadelerinde anlatılan derin karakter fikrine işaret etmek istiyorum.

Yani öyle bir dolaşayım ki, mazisiyle, yaşantısıyla, hükümet binalarıyla, mahallesiyle şehrin karakterini içinden yaşıyayım. Dert bu.

Durun, bu arzuya örnek bir güzergahı anlatayım.

Semt haritasına bir daha bakın, yukardan aşağıya mavi kordela gibi Tiber nehrini gördünüz mü, hah, nehirden fazla uzaklaşmıyacak şekilde  Campo Marzio, Ponte, Regalo ve Trastevere semtlerini bulun, bütün bu hattı biribirine bağlıyacak bir yürüyüş güzergahı çıkaracağım.

Slide1

Uydu resminde Piazza del Popolo‘yu görüyorsunuz, bu nokta yürüyüşümüzün başlangıcı. Popolo, halk demek, dolayısıyla bu meydan Roma’nın  son iki yüzyıllık tarihine nişane bir isim yaşıyor. Halk Meydanı.

Fotoğraf meydan ve ondan açılan sokakları öyle bir vermiş ki sanırsınız karşınızda bir anahtar var. Bu güzel, çünkü meydandan başlayıp, resimde 1, 2, 3 diye işaretlenmiş sokaklardan şehrin ayrı bir yüzünü özetleyen güzergahlar tutturabilirsiniz. (Roma’lılar meydan ve sokakların oluşturduğu bu yapıya Tridente diyorlar üç dişli yabaya izafeten)

Bu yazıda biz 1 numaralı sokaktan başlayıp güneye devam edeceğiz. 2 numara Roma şehrinin ana caddesi Via del Corso‘ya açılıyor, 3 numara Via del Babunio‘ya açılıyor. Via, sokak demek (viale, cadde veya bulvar), Corso  (ing. course) rota veya yol anlamına geliyor, Babunio terimini biliyoruz aslında, Babun yani Maymun demek.

Piazza del Popolo’ya toplu ulaşım vasıtası  kırmızı metroyla ulaşılabilir, haritada sarı okla gösterilen Flaminio durağında inmek gerekir.

Slide1

Metrodan indik, meydana yukardan girdik. Hedefimiz sağda 1 numara ile gösterilen Via di Ripetta’ya girerek yürüyüşümüzü başlatmak.

Meydandaki dikilitaş (obelisk) Eski Mısır’dan. Roma, dünyada en fazla dikilitaş bulunan şehir. Eski Mısır’dan 8, Eski Roma’dan 5, toplam 13 adet kadim medeniyet kaynaklı obelisk var. Bunlar yanısıra modern imalat dikilitaşlar ve 2005 yılına kadar Etiyopya’nın Axum şehri kökenli dikilitaşı sayarsak Roma adeta kozmik bir iğne yastığı gibi bir şey oluyor.

il_570xN.225314530

Biraz daha yürüyoruz, dikilitaş üzerindeki kutsal yazılar (hieroglyph) seçilmeye başlıyor.

Slide1

İstikametimiz hala 1 no.lu sokak, meydan güzel, azıcık oyalanmaya değer. Adının güzel ifade ettiği üzere halkın (gözde) mekanı.

Slide1

Yürüyüşün anahtarını verdik, şimdi güzergahı tarif edelim:

Yürüyüşün ilk kısmında 1 numaralı güzergah olarak Via di Ripetta‘dan aşağı sallanacağız.

Via Tomacelli hizasına gelince, Tiber nehri kenarına geçeceğiz ve nehir boyu yürüyeceğiz. Bu yolun adını Lungotevere. Lungo demek Kıyısı demek, bir nehir ismiyle anılınca o nehrin kıyısındaki yürüme yolu anlaşılıyor. Tevere, Tiber isminin İtalyancası. Eskişehir’in Porsuk nehri kıyısına Lungoporsuk diyecektik mesela. Hakeza Lungamazon, Lungofırat, Lungonile (Floransa şehrinin ortasından geçen Arno nehrinin kıyısı, Lungarno).

2 numaralı yol çengel yapıp dönünce Via Giulia’nın girişine geliyoruz. Julia Sokağı diyelim, ‘Roma’nın en güzel sokağı’ diye bir şöhreti var (gerçi Roma’da güzel sokak ölümüne bol, Mirella çok haklı). 1, 2 ve 3. güzergahlar şehrin rönesans ve barok dönemde inşa edilen yeni kısmına denk geliyor. Bu yazıyı birazdan noktalandıracağım, ama müteakip bloglarda bu güzergahları anlattıkça  şehrin bu kısımının dokusunu daha bir belli olacak (inşallah yani 🙂 ).

Via Giulia bitince, köprüden nehir karşısına geçip Trastevere semtini dolaşıyoruz ve bu bölüm bu uzun yürüyüşün son ayağı oluyor. Trastevere, Tiber’i-aşıverince-(geldiğimiz)-mahalle demek (yani bu ‘Tras-‘ terimini çeviriyle ancak bu kadar yorumlayabildim :)). Trastevere semti kadim şehir dokusu içinde güncel mahalle hayatının en güzel yaşandığı yerlerden birisi ve benim gibi yaşam kültürlerine meraklı birisi için gezilmesi elzem bir mahal.

Yürümeye devam.

ARABAYLA KIR GEZİSİ

6 May

IMG_5866

Yeşillenme başladı. Bahar.

Heyecanlı bir film: badem ağaçları, forsythia’lar, kiraz çiçekleri, manolyalar, erguvanlar, açelyalar, dogwood’lar, birbiri ardına açıp, kapayacaklar, açıp, kapayacaklar.

Valla evde duramadım, hazırlık yaptım, sabah kahvaltısından sonra yollara vurduk.

İstikamet Shenandoah Ulusal Parkı.

Slide1

Uydu haritasından bakınca, Amerika’nın doğu kıyısında, başkent Washington DC’ye yakın bir parktan söz ediyoruz. Oval ile işaretlenmiş bölgeye bakın. Kuzeydoğu-güneybatı hizasında uzanan acı yeşil bir koridor görülüyor, işte burası Shenandoah Ulusal Parkı. Aslında coğrafi anlamda Appalachian Sıradağlarının bir bölümü burası. Bu sıradağlar kuzeydoğudan güneybatıya uzun bir sistem oluşturuyor. Kitaplara konu olan meşhur Appalachian Trail bu dağların tepesinden giden bir yürüyüş yolu, uzunluğu yaklaşık 3400 kilometre. Bu yürüyüş yolunun Shenandoah Ulusal Parkındaki kısmı 168 kilometrelik bir bölüm.

shenandoah_national_parklarger

Parkın ortasından dağların sırtından giden bir araba yolu var, kırmızıyla gösterilmiş, işte bu yola kuzeyden girecek ve tamamını (168 km)  araba sürerek bir doğa ve kır gezisi yapacağız. Kuzeydeki park girişi Front Royal kasabasından, çıkış ise güneyde Waynesboro kasabasından.

LabeledMap

Gidenler olur diye bu uydu haritasında giriş ve çıkışları anayolları da katarak bir daha gösteriyorum. Eğer zamanınız varsa, bu yolu güneybatıya dağ sırtından 755 kilometre daha devam edebilirsiniz, ama bu yazının konusu yalnızca 168 kilometrelik kısım.

TRölçüleri

Peki, bu mesafeleri gözünüzde canlandırmak için örnek verelim. Eğer arabanıza atladınız, Shenandoah Ulusal Parkını sürdünüz, doymadınız, dağların sırtından orman içinden yola devam ettiniz geri kalan yolu da yaptınız. Sizce ne kadardır bu yolun uzunluğu? Resimde gösteriyorum, bu gezi, İzmir’den çıkıp, Kayseri’yi geçip, Sivas’a varmadan Şarkışla ilçesine kadar araba sürmek demek. Yaklaşık 950 kilometre. Bu yazıda yalnızca İzmir’den Kula‘ya kadar dolaştığımız kısmı anlatıyoruz, resimde iki kırmızı ok arası.

IMG_5852

Parka giriş ücreti araba başı $20 ve bir hafta geçerli. Dağ yolunun park içindeki adı Skyline Drive. Drive, caddelerden daha uzun, ama tam şehir göbeğinde de olmıyan, yani bulvar, cadde diyemeceğimiz, araba kültürüne alışık Amerika’nın semtleri, mahalleleri birbirine bağlıyan  geniş ana yollara verdiği isim.

Skyline isimlendirmesi manidar. Çok yükseklerden, dağların sırtından giden, sanki arabayla uçuyormuşcasına seyahat ettiğin bir güzergaha işaret ediyor. Cuk oturmuş.

Skyline Drive üzerinde sağlı sollu mola yerleri var, ya batı ya doğu tarafına tepeden bakabiliyorsunuz.

IMG_5856 IMG_5857

Aslında Mayıs başı ama aşağıda vadilerde, ovada başını alıp giden bahar buralarda yeni yeni filiz veriyor. Bütün manzara bu nedenle kahverengiyle yeşilin arasında bir geçiş dönemini yansıtıyor.

IMG_5860 IMG_5871

Yolda tonla bisikletli var. Güzel dağ havası içinde sonunda insanı mayhoşlaştıran bir egzersiz için ideal zaman.

IMG_5864IMG_5854

Tabii herkes iki tekerlekli üzerinde uğraş verecek değil.

IMG_5879 IMG_5880

Bu dağların renk özelliğini sorarsanız, fotoğraflarda gördüğünüz üzere ufuklara baktıkça manzara mavinin tonlarına bürünüyor. Havadaki nemin, su buharının sebep olduğu bu fiziksel olay çok seviliyor, romantik bulunuyor. Güneyde bu yolun adı zaten Blueridge Parkway, yani Mavisırt Parkyolu adını alıyor.

IMG_5875

Karnımız acıktı, parkın orta kısmında Big Meadows denen ziyaretçi merkezinde durduk. Bilgi alabilirsiniz, küçük bir müze ve hediyelik dükkanı da var. Big Meadows, Büyük Çayır demek, bu sandalyalere oturarak çayır-otlak ekosistemini örnekleyen bu kısımı korunaklı bir yerden temaşa edebilirsiniz. İsterseniz patika yollarında doğa yürüyüşleri yapabilirsiz. Dağ manzarası bir yana, civarda dereler, şelaleler, bin bir çeşit hayvan var.

IMG_5876 IMG_5877

Çıkınımızı açtık, yolluk azığımızla güzel bir piknik yaptık. Acıkmışız. Ayrılırken de dağ kaynağından suyumuzu ikmal ettik.

IMG_5861 IMG_5893

Yukarı tırmandıkça baharın daha buralara ulaşamadığı farkediliyor. Aslında belli bir yükseklikten sonra dağlarda ağaç, hatta bitki yaşamıyor. Ulu dağların tepeleri çöl, ama biz bu parkta rakım en fazla 1000 metre civarında dolaşacağız, bu seviyede her yer orman.

IMG_5890  IMG_5892

Arada yol kenarında istinat duvarındaki aralıklardan tabiat içine çıkış yapma imkanımız oluyor. Bitki örtüsü ve çeşitleri kompleks, dolayısıyla karşımızda kahverengiden yeşile bir çok tondan oluşan zengin bir halı var.

IMG_5894 IMG_5895 IMG_5899

Az kaldı, birazdan ulusal park bitecek. Parkın güney ucundan çıkıp Charlottesville’de konaklıyacağız. Amerika’nın üçüncü cumhurbaşkanı ve Bağımsızlık Bildirgesi yazarı Thomas Jefferson‘un evi Monticello‘yu ziyaret edeceğiz yarın.

BİR AMERİKAN SPİRİTÜELİ

13 Nis

Cumhuriyet, estetik, hüzün, bayram ve insan-ı kamil üzerine bir deneme

 

IMG_5748

Washington DC’de özel bir gün bugün. Sakura Matsuri yani Kiraz Çiçekleri Bayramı nedeniyle herkes dışarıda. Amerika’nın kuruluş dönemini yaşatan askeri bando Thomas Jefferson  Anıtı önünde Amerikan Cumhuruna bir gösteri yapıyor. Bu anıtın her yanı sıra sıra kiraz ağaçlarıyla dolu.

Bandonun enstrümanları basit, bir kaç ince sesli flüt, trompetler, bir iki ufak, bir de büyük davul. Amerikan Devrimi sırasında daha devlet yok, sömürgeden kurtulma savaşı veriliyor, ordu fakir.

Halkın arkasında ortadaki iki sütun  arasından Jefferson Heykelinin karaltısı seçiliyor.

USA-Thomas_Jefferson_Memorial

Thomas Jefferson  Özgürlük Bildirgesini kaleme alan ve cumhuriyetçilik ilkesini sonuna kadar savunan bir devlet adamı. Adına yapılan anıt için Roma’da cumhuriyet döneminin sonunda inşa edilmiş Pantheon binası örnek alınmış.

Pantheon-day-rome-on-segway-26234d1acc

IMG_5755

Jefferson anıtının uzağında  bir dikilitaş görülüyor. İlk cumhurbaşkanı George Washington için dikilmiş. Üstün yetenekli iki insana adanan bu anıtlar  insan eliyle açılmış küçük bir gölü çevreliyor. Amaç, Washington DC şehri  önünden akıp giden Potomak nehrini kontrol altına almak. Gölün etrafına çepeçevre kiraz ağaçları dikilmiş. Bu ağaçlar geçmişte Japon İmparatoru tarafından hediye gönderilmiş.

TidalBasin

Kirazlar çiçek açınca yüzbinlerce insan bu göl etrafına akın ediyor, piyasa yapıyor, piknik yapıyor, doğanın uyanışını kutluyor.

IMG_5733IMG_5739

Kiraz çiçekleri Japon kültüründe hem baharı muştulayan bir bayram, hem de bir kaç günlük  bir şey olması nedeniyle insan hayatının kısalığını, her şeyin geçici olduğunu anlatan hüzün dolu bir simge.  Şu ömür dediğimiz şey de bu pırıl pırıl çiçeklerle bezeli olabilse keşke.

katsumoto+death+scene

Son Samuray filminde Japon general Katsumoto kalleş makinalı tüfeklerle vurulmuş, modern dünyanın kültürel istilasına yenik düşmüştür. Ölmeden kiraz çiçeklerinin  kar yağar gibi lapa lapa döküldüğünü görüyor, ‘ah, mükemmel’ diyor, son nefesini veriyor. Daha güzel bir ölüm olamaz.

Kiraz çiçekleri altında piyasa yapmak şiirsel güzellikleri çağrıştırıyor.

IMG_5723 020-andrew-wyeth-theredlist

İlk kareyi ben fotoğrafladım, kız çocuğu bayırı koşarak ana babasına ulaşacak. İkinci kare ressam Andrew Wyeth’in bir tablosu, çorak bir tarlada koşturan yeniyetme bir oğlan.

IMG_5721 seurat

Şeker bir aile  ortalıkta dolaşanlara bakıyorlar. Ressam George Seurat 19. yy’da nehir kıyısında Pazar gezmesini resmetmiş.

IMG_5764 botticelli

Üç tane hanım kiraz ağaçları altında uzun yürüyüşe bir ara vermişler, soluklanıyorlar. Ressam Botticelli, Bahar adını verdiği tablosunda (La Primavera) klasik dönemin gözde simgelerinden Üç Güzeller’i anlatıyor.

Bütün bunları bir araya getiren nedir? Büyük adamlardan, anıtlardan, uzak geçmişten, huzurdan, sıkıntıdan, şiirsel güzelliklerden geriye kalan nedir?

İnsan.

IMG_5778 16153169143_3fb9ab3102_k

İşte insanlar çimene yayılmış, çiçek yüklü ağaçların altında, baharı kutluyorlar. Ha Washington DC (ilk resim) olmuş, ha Tokyo (ikinci resim) olmuş, onlar için farketmez.

Akira Kurosawa’nın Yedi samuray filmi sonunda kılıç dikili mezarlar önünde samuray çavuşun dediği gibi, ‘biz kahraman samuraylar gelir geçeriz, yok oluruz, kim kalır geriye, tarlasında neşe içinde hasat yapan köylüler, bu dünya onların’.

picture-11 figure-11

Notlar:

-Spiritüel, Afrikalı kölelerin söyledikleri ilahilere verilen isim

-Son Samuray (Last Samurai) http://www.imdb.com/title/tt0325710/

-Yedi Samuray (Seven Samurai) http://www.imdb.com/title/tt0047478/

-İlk Amerikan Askeri Bandosu http://www.fifeanddrum.army.mil/

-Tidal Basin http://en.wikipedia.org/wiki/Tidal_Basin

BAHAR SIZISI

22 Şub

Dünya güzel diyorlar ya bunu ben ya Hayat Güzel yada Eş Dost Çok diye anlardım. Herkes gibi, epey güzellik gördüm diyebilirim, ama dünyanın coğrafi güzelliği bir kartpostal güzelliği anlamından öteye gitmez diye düşünürdüm. Öyle ya gecesi var gündüzü var, yağmuru var çamuru var, işi var gücü var, stresi var sıkıntısı var, kaç kartpostala sığdırabiliyoruz ki günümüzü?

Allahtan bir kartpostala kaçabiliyoruz.

Araba sürerken etrafınızdaki güzellik coşkuya getirip sizi, bu ne ya bu ne ya diye direksiyon dövdürdüğü oldu mu?

IMG_1655  IMG_1503

IMG_1488 IMG_1492 IMG_1612

Burası Toscana, Mayıs başı, bir çiftlik evinde kalıyoruz. Araba kiraladık, tarihi şehirlere ve kasabalara gidiyoruz. Hava kah yağmurlu, kah güneşli. Günler içinde bol kontrast var.

Yağmurlu bir gün.

IMG_1330

Bulutlu bir gün.

IMG_1491

Güneşli bir gün.

IMG_1505

Toscana sedir ağaçlı tepeleriyle meşhur.

IMG_1316IMG_1714

IMG_1508

Ve Mayıs ayında gelincik tarlalarıyla kaplı.

IMG_1658

IMG_1485

Şehirlerden dışarı bakarken Bahar çepeçevre bir ufuk oluyor.

IMG_1590 IMG_1611 IMG_1696

Komşu bölge Umbria zeytin ağaçları ve verimli düz ovalarıyla göz dolduruyor.

IMG_1407 IMG_1376

Yeryüzü özellikleri yeşilini büründüğünde cazibe artıyor.

IMG_1529   IMG_1527 IMG_1644

Mizacı var doğanın.

IMG_1651 IMG_1647

Yer yer de sakin.

IMG_1340 IMG_1638 IMG_1651

Bahar bir rejim, bir ülke, bir rüya. Buyurun, kapılar açılıyor. Bu gezinin noktası yok, yeşili var.

IMG_1815 IMG_1554 IMG_1493 IMG_1490

RÖNESANS KIMILDADI

22 Oca

Okuldayken bir tablonun ayrıntısından insanlık tarihinin büyük olaylarına dair ipuçları sezebilirsin diye öğretselerdi, yeminle o dersleri can kulağıyla dinler, pekiyi’yle bitirirdim.

Yüksek teknoloji biz rençberlerin elinin altında ya,  Hz. Meryem’i konu alan bir resmin ayrıntısına bakabildim geçen gün! Resme aşırı zoom yaptığım için pixeller takır tukur bir görüntü veriyor, ama işe bakın ki, karşıma şu imge çıktı.

OgnissantiMadonnaLips

Sanki sıhhat dolu bir hanım sulu armut yemiş de, nefasetin verdiği keyifle, dudakları hafif aralanmış, dişleri görünür olmuş. Bu ayrıntı aslında şu tablodan geliyor.

ognissanti-giotto

Giotto’nun 1310 yılı civarında yaptığı Ognissanti Madonna tablosu. Buraya koyduğum resim küçük boyutlu, o nedenle siz şaşırmadan söyliyeyim, Google images araştırmasıyla çok daha büyüğünü bulup yukardaki ayrıntıyı çıkardım.

E başlıkta rönesans falan dedin, rönesans ürünü mü bu diye sorabilirsiniz. Yok, bu henüz rönesans tablosu sayılmıyor, proto-rönesans deniyor, rönesans öncülü yani.

İyi de bu tablo, bu ayrıntı niye mühim?

Ne demiştim başta?  Sanat eserlerindeki küçük ayrıntılar tarihi dönüşümlere tanıklık ediyormuş.

Rönesans ‘yeni doğum’ demek, ama isimlendirmedeki mecaza kanmayın siz, nerdeyse yüzlerce yıl süren bir doğum bu. Kültür, zihniyet, bakış açısı, algı vs vs toptan dönüşümden söz ediyoruz.

Mesela bakın, Siena şehrinde Duccio, Maesta adıyla anılan ve  Hz. Meryem ve oğlu Hz. İsa’yı konu alan muazzam bir tablo yapıyor. Yıl 1310 civarı. Ama bundan yalnızca yüzyetmiş yıl sonra, 1480’lerde, Botticelli konusu dinle alakasız Primavera (Bahar) tablosunu yapıyor.

Maesta2Primavera

Farklılık çok belirgin, arada neredeyse iki yüzyıl var. Rönesans dönüşümünü kolayca teşhis ediyoruz, ama ilk başlarda durum neydi, ilk farklılık kendini nasıl belli etti?

Bunun için Duccio’nun zamanına, 1300’lere yakından bakalım ve rönesans’ın tohumlarına dair ipuçları arayalım. O vakitler ressamların pek konu seçme şansı yoktu, ortaçağ kilise mirası gereği konular hep dinden geliyordu. Bu konuda Madonna (Meryem Ana) resimleri öne çıkar. Mesela, Cimabue’nin 1280’lerde resmettiği Santa Trinita Madonna’sı.

Cimabue_-_Maestà_di_Santa_Trinita_-_Google_Art_Project

1285 tarihli Duccio’nun Rucellai Madonna’sı.

Rucellai Madonna

1311 yılında Duccio (yukarda da bahsettiğimiz) Maesta’sını yapıyor.

MaestaDuccioMuadil

Şimdi canalıcı resme geldik, yine 1311 yılında Giotto, Ognissanti Madonna’sını bitiriyor.

madonna-in-maest-ognissanti-madonna-1310-1

Resimler üç aşağı beş yukarı birbirinin benzeri görünüyor, ama bunlara dikkatle bakarsanız, Giotto’nun resminde farklılıklar sezmeye başlıyacaksanız. İşinizi kolaylaştırmak için, Madonna portrelerini birarada inceleyelim.

MaestaFaces

Giotto’nun Madonna’sındaki ifade ve tavır değişikliğini hissettiniz mi? Diğer tasvirlerde gözlenen eğik baş dikleşmiş, yüz sıhhat dolu gürbüz bir görünüm kazanmış, kırmızı ve biçimli dudaklarda belli belirsiz bir gülümseme belirmiş, gözlerdeki meraklı bakış dikkat çekiyor.

Giotto’nun resminde o zamanlar yeni yeni gelişmekte olan perspektif ve mekan algısı hayli belirgin. Bunu anlayabilmek için yanlarda resmedilen melekler ve azizlerin durumuna bakalım.

MaestaMelekler

Baştaki üç resimde figürler ya kat kat, yada basamak basamak tasvir edilmişler, Giotto’nun resminde dünyevilik, ayağı yere basarlık o kadar belirgin ki, figürler birbirlerini kapatıyorlar bizim bakış açımızdan, yanyana duruyorlar adeta.

Giotto’nun resmine daha yakından bakalım. Hz. Meryem’in vücudunun nasıl tasvir edildiğine dikkat edin.

OgnissantiMadonnaVolume

Gövde diğer resimlerdeki Madonna tasvirlerine göre daha kalıplı, oturuş külhani. Göğüslerin dolgunluğu açıkca seçiliyor, uyluk, diz ve bacaklar bir perspektif içine yerleşmiş, dizin anatomisi seçiliyor, gövdenin hacmi son derece gerçekci tasvir edilmiş.

Hele ayrıntı figürler, önde duran meleklerin resmedilişine bakın.

OgnissantiMelek

Bu o zamana kadar hiç kullanılmayan bir ifade biçimi, melekler ellerinde Meryem’i sembolize eden zambak ve gül dolu ampuller tutuyorlar.

OgnissantiAmpulla

Bu vazo ve çiçekler tasvirinin Rönesans’ın ilk natürmort’u olacak kadar yenilikçi olduğu düşünülüyor.

Umarım şimdiye kadar anlattıklarımda Giotto’nun Rönesans’a doğru hamlesiyle ilgili bir fikir sahibi oldunuz. Ve unutmayın bu ayrıntılar hakim bir resim geleneğinin içinden, ona rağmen boyveriyor.

İşte tarihsel dönüşümler böyle ufak ufak başlıyor, ilk başta belli belirsiz bir terslik var, zamanla bu terslikler birikiyor birikiyor ve bütün zihniyet, kavrayış yeni bir düzlüğe çıkıyor. Bize de bu tarihi dönüşümün resimli romanını okumak kalıyor :).

Notlar:

1. Ognissanti Madonna, Santa Trinita Madonna ve Rucellai Madonna Uffizi Müzesinde aynı odada sergileniyorlar. Botticelli’nin Primavera’sı ayrı bir odada.

2. Duccio’nun Maesta’sı Siena Katedral Müzesinde sergileniyor.

3. Rönesans’ın belirişini tanımlayan parantezleri, yani Duccio’nun Maesta’sı ile Botticelli’nin Primavera’sının konumlanmasını, Stephen Greenblatt’ın Türkçeye Sapma ismiyle çevrilen The Swerve kitabında gördüm (http://www.idefix.com/kitap/sapma-stephen-greenblatt/tanim.asp?sid=SX8IPIN8S4JET9ISMDBS).

KÜTÜPHANE Mİ, OYUN PARKI MI?

15 Oca

‘Güneşli bir günde kütüphaneye giden insan aydındır,’ demişti biri zamanında.

Ama o gün hava kapalıydı ve ben bir ‘kütüphane’yi geziyordum.

IMG_4966

Burası Kuzey Karolina Eyalet Üniversitesi bünyesindeki James B. Hunt, Jr Kütüphanesi.

Gerçi, kütüphanelerin geleceği hakkında kaygım var. Derler ya ‘tüfek icat oldu, mertlik bozuldu’, aynen ‘internet icat oldu, dünya alt-üst oldu’.

Modern tasarım, yüksek teknoloji ve genç kitleye hitap, bunlar bu kurumun ana çizgileri. Sizinle beraber detaylı bir gezi yapacağım için buyrun giriş katına.

IMG_4970

Geleneksel kütüphane tasarımı beklemeyin tabii. Dedik ya, internet icat oldu bir kere. Sonuç: kitaplar sanallaştı, bir klik ile erişilir oldu. Bakın bu kütüphanede eski usul basılı kitaplar bile yüksek teknolojinin yönetiminde.

Onbeş metrelik robot kollar şu resimlerde gördüğünüz  raf sisteminden istek yapılmış kitapları çıkarıp…

IMG_4974 IMG_4975

…5-10 dakikada arzu edenin hizmetine sunuyorlar. Bu sayede bir buçuk milyon kitap eski usul rafların kaplıyacağı hacimin dokuzda birine sığdırılmış.

Bu kadar yer artarsa bu mekan nasıl kullanılmış dersiniz?

IMG_5008 IMG_5018 IMG_5021 IMG_5019 IMG_4991 IMG_4984 IMG_5015

Tabii bunlar genel kullanım alanları. Bir de özel, grup çalışmalarına uygun birimler var.

IMG_5011 IMG_5020

Dersine gömülmüş talebe için de kuytu köşeler yok değil.

IMG_5001 IMG_5005 IMG_5016

Farkettiniz mi bilmem, ama bütün mefruşat ve mobilya modern tasarım ürünü.

IMG_5025 IMG_5007 IMG_4999 IMG_4998 IMG_4995 IMG_4987 IMG_4971 IMG_4980

Özellikle baharda bir açık hava molası verilecek balkon bile düşünülmüş.

IMG_5022

Kitap tutkunu, kütüphane aşığı biri için Alis Harikalar Diyarı burası, ama ilginç bir gidişatı da haber veriyor sanki.

İnsani etkileşim ve yaşam alanı tasavvurumuz teknolojiye direnç noktamız olacak. Kütüphaneler, kitapçılar kaybolup gidecek, ama yaşam rüyamız etüd odası, oyun bahçesi ve kahvehane misali yerlerde ikame edilecek.

 

 

Notlar:

1. Ana tasarım firması Snøhetta aynı zamanda İskenderiye Kütüphanesinin de mimarı.

2. Filozof Heidegger’in Teknoloji problematiği üzerine bir monografı için, bkz http://simondon.ocular-witness.com/wp-content/uploads/2008/05/question_concerning_technology.pdf

 

 

 

KİMBELL SANAT MÜZESİ

14 Oca

Sade olsun, sakin olsun, aydınlık olsun, ulvi olsun.. Bir yapı için mimara bu dilekleri sipariş verseniz, ortaya çıkan eserde bu kriterlerinizin nasıl karşılanmasını beklerdiniz? Ben bir şey beklemezdim. Bu kriterleri anlamak bile zor. Bana güneşli, huzurlu, kullanışlı mekan olsun, yeter.

Ama bazan bir mimar öyle bir tasarlıyor ki mekanı, görünce hayret yanısıra bu ne sadeliktir, bu ne huzurlu yapıdır diye düşünmekten kendini alamıyor insan.

Teksas’ın Fort Worth şehrinde yaşayan varlıklı Kimbell ailesi yıllarca sanat eseri biriktirmiş ve bu eserleri kamunun istifadesine açmak istemiş. Bu iş için 1965 yılında mimar Louise Kahn tutulur. Modern mimarinin egzantrik ve münzevi bir dahisidir o. 1972’de binayı teslim eder.

516f12e1b3fc4b8f69000176_light-matters-louis-kahn-and-the-power-of-shadow_04_kahn_page-59Photo: Peter Wenger

IMG_5150 IMG_5151

Bu yapı tasarım harikası bir şey ama lafı gevelemeden hemen bir dolaşalım içini. Tavanlara pencereler öyle yerleştirilmiş ki doğal ışık direkt içeriye düşmüyor, göze gelmiyor, ayna misali beton yüzey üzerinden şavkıyarak içeriyi aydınlatıyor. Tavan yüzeyi boydan bir aydınlatıcı haline dönüşüyor, gece gökyüzündeki ay güneş ışığını nasıl yansıtır, mimarın tasarımı sayesinde güpegündüz bir dolunay aydınlatması tavandan aksediyor. E buna şapka çıkarılır doğrusu.

IMG_5253IMG_5215

Sanatkar tasarım ustalığının o derece farkındaki şu poza, şu emin duruşa bir bakın, ışık benim küheylanım diyor sanki.

Kahn_in_het_Kimbell_Art_Museum,_Fort_Worth

Belli ki Louis Kahn için ışık kullanımı ve hissi çok önemli. Ama yalnızca çatıdan içeriye izinli giren ışık değil, boydan boya camlı duvarlardan içeri dökülen ışık bile kontrol altında, ‘yapım’ altında. Buradaki buluş şu: ‘içerisi’ ve ‘dışarısı’ merhale merhale zonlara ayrılmış, hani bir hamamda sıcak-serin-soğuk odalar vardır yanyana, içiçe, aynen öyle. Hamam zonlaması ısıyı derecelendirirken, Kahn da en dışarıdan en içeriye ışığı ayrı ayrı dozluyor. Bunu bazen iç avlularla sağlıyor, bazan da binadan ilk çıkıverince içeride gördüğünüz tavanı bir defa daha tente misali yineleyerek dışarıdan gelen güneşe gölgelik yapıyor.

IMG_5226 IMG_5374 IMG_5372

Şimdi bina dışardan nasıl görülüyor ona bakalım. Louis Kahn tasarımında nasıl iç mekanda ışık kullanımı belirginleşir, dış çizgilerde de su dikkat çekicidir. Kahn’ın tasarladığı başka binalarda da kullanıldığı üzere, boylu boyunca yada çepeçevre havuzlar yapıyı tanımlar ve tamamlar. Su unsurunun ustaca kullanımı ile oluşan his  korunmaya dair bir algıdır, sanki bina etrafı hendekle çevrili bir kale gibidir, yada, tehlikelerden sakınılmış bir ada güveni yaşanır. Bu ‘barınak’ hissi değil de nedir, evimizde ocağımızda bir sokulma, huzur hissi veren sığınma hissi.

IMG_5365 IMG_5366 IMG_5368 IMG_5367

Peki ne sergileniyor bu müzede? Şahane şeyler, ama bu yazı bu kadarla kalsın, onu da sonraya bırakalım. Louis Kahn üzerine daha bakınmak isterseniz bir kitap ve bir film tavsiye ederim:

Between silence and light http://www.amazon.com/Between-Silence-Light-Spirit-Architecture/dp/159030604X/ref=sr_1_1?ie=UTF8&qid=1421208847&sr=8-1&keywords=between+silence+and+light

My architect (Kahn’ın oğlu babasının geçmişini, eserlerini ve etkilerini araştırıyor, belgesel) http://vimeo.com/9418890

MASHOMACK DOĞA YÜRÜYÜŞÜ, LONG ISLAND, NY

27 Eyl

Yüksek puan verdiğim bir kır gezisi bu.  Sebebi, doğaya ilişkin değişik izlenimleri bir kerede sunuyor olması.  Shelter adasındaki park, doğal hayatı destekleyen bol yağış ve verimli toprakların zirve yaptığı bir noktada konuşlanmış. Buna bir de kara hayatı ile deniz hayatı arasındaki tampon bölgede olmasını ilave edelim.  Böylece karşımıza bir kaç ekosistemi barındıran bir doğa çıkıyor. Nispeten kısıtlı gezimiz esnasında şu zevkleri tadma imkanımız oldu: orman, sazlık, kuş cenneti, çayırlık, savannah. Bir buçuk saatlik parkurda kuğulardan vahşi hindilere, tavşanlardan chipmunk’lara, bülbüllerden serçelere pek çok doğal yaşam üyesi ile karşılaştık. Yalnızca kesif orman yok, güneş alan açıklıklar nedeniyle çok sayıda gürbüz kır çiçekleri de var.

Coğrafi yeri şöyle:

MashomackMap

Yürüyüş parkurları haritası da şöyle (biz sarı ve kırmızı parkurların bileşimini yürüdük):

MashomackTrails

Güneşli bir gündü. İlk parkur  ormanlık bir bölümü içeriyor. Her nasılsa, ağaç kabuklarından türümlenen rayiha mıdır nedir, ortalıkta mis gibi bir koku vardı. Yürüyüşün bu kısmına Itırlı Orman adını verdim. Acı yeşil ve aradan süzülen ışık huzmelerinin yarattığı cümbüş içinde yol aldık.

IMG_4628 IMG_4635 IMG_4643

Sazlık bölümüne yaklaşıyorken yeşiller ışıkla daha yoğun kaynaşıp su ile, sükunetle buluştular.

IMG_4640 IMG_4655 IMG_4657 IMG_4645 IMG_4653

Daha sonra açıklığa çıktık, adam boyu otlar, yerlerde saklı sürü sürü kuşlar, kır çiçekleri. Harika oldu, vesselam. Tadı damağımızda kaldı.

IMG_4660 IMG_4673 IMG_4674 IMG_4675 IMG_4668 IMG_4663 IMG_4670

 

 

 

HIGHLINE’A AĞIT

26 Eyl

Şehirleşme aldı başını gidiyor. Diyorlar ki yirmibirinci yüzyılda Çin’de gözlenen  şehirleşme olgusu Endüstri Devrimi sırasında İngiltere’ninkinden 100 kat daha hızlı. Bunun üzerine bir de Küresel İklim Değişikliğini koyun, ayy, işler kesat.

İnsan doğayı dönüştürerek şehirleri kurdu (ay ne banal, klişe bir cümle). Bataklıkları kuruttu, ormanları kesti, yollar yaptı, köprüler inşa etti. Yaptı, yaptı, yaptı.

Sonuç ne? Hayal kaybı, rüya yoksunluğu.  Ağaçlar arasında, toprağa yakın bir mesken mi özlüyorsun, hayırlar olsun, o ne ola ki?

Aha bu ciddi bir kayıp. ‘Doğa’, hani doğa moğa deriz ya, işte bu ifadedeki moğa olmuş, yani önemsizleşmiş, silinmiş, kayıp gitmiş.  Yerine,  ikame niyetine insan gönlünde  bir sızı kalmış.

Şehir yaşantısındaki topraktan kopmuşluğun yarası için n’apsak, n’etsek derken, çare anlamında parklar, bahçeler tasarlanır olmuş.

New York kentinde ilginç bir park, Highline, doğa ve teknoloji arasındaki anlattığımız bu gerilim için bir simge adeta.

Aslında bu park doğadan kazanılmış, temeli toprağa oturan bir mekan filan bile değil. Aksine, aynen apartman yapar gibi, yol yapar gibi insan eliyle oluşturulmuş yapay bir ortam. Şehire rağmen, şehirden koparılarak doğa süsü verilmiş bir mekan.

Metal direkler üzerine döşenmiş, sokaktan yüksek bir ray hattı düşünün. Bu yapıyı bir bahçeye dönüştürün, araya da yürüme yolları yapın. İsmi de buradan geliyor, Highline, yani Yüksekhat.

Hem yerliler hem turistler bu yürüyüş yolunu pek seviyor . İlgi öyle yoğun ki piyasa vakti iğne atsan yere düşmez.

2009’da açıldığından beri giderim bu parka. Tasarım güzel, yeşil hoş, havadaki genel memnuniyeti solumak da cabası.

Amma velakin, en son Ağustos 2014’deki yürüyüşümden sonra moralim bozuldu.

KORKARIM Kİ ‘ŞEHİR’, ‘PARK’I YUTACAK.

En yukarıdaki yeşil noktadan giriş yapıp, en aşağıdaki yeşil uca kadar yürüyüş yaptım. Mesafe yaklaşık 2350 metre.

HighLine

Arada yol var, sağlı sollu yer yer dinlenme mekanları var.

IMG_4801

Hava açık, güzel. Arkama dönüp bakıyorum, o ne?

IMG_4803

Yüksek yapılar! Yoktu yahu bunlar, açıklıktı.

Haydi teknoloji meknoloji toprağı temel almadan bitkileri büyüttük diyelim, güneşi ne yapacağız, öyle perde gibi istediğimiz yere geremeyiz ki?

IMG_4824

Neyse yürüyüş yolunda devam edelim. Sağlı sollu çok güzel ekim yapmışlar.

Peyzaj tasarımı Hollandalı Piet Oudolf‘a ait. Temel felsefe, tamamen doğal, sereserpe görünüm, boy boy kır çiçekleri.

IMG_4804 IMG_4876

İyi hoş da şu hale bir bakar mısınız, bu yürüme şeridinin her etrafında habire yapılar yükseliyor?

IMG_4805 IMG_4861 IMG_4825 IMG_4827

Neyse, felaket polisi baskın verip, parkı tutuklayıp hapse atmadan, yürüyüşümüzün zevkini çıkaralım.

IMG_4817 IMG_4808 IMG_4810

Park şehirin içine ıspanak bıklasındaki yumurta misali gömülmüştür. New York şehrinin beton tezatı parkı çepeçevre kucaklar. Buna rağmen parktaki insan kendini kurtulmuş gibi hisseder, ‘bu parklı’ gibi hisseder. Artık dışarıdaki o yapaylık uzaktır, bir ilginçliktir.

IMG_4821 IMG_4822 IMG_4836 IMG_4874 IMG_4869

Parka bayılır herkes, özellikle turistler.

IMG_4814 IMG_4834 IMG_4841 IMG_4857

Bu parkta soyutlamaların sana doğru yürüdüğünü, konuştuğunu hissedersin adeta: dünya evi, dere, dostluk, sanat, köşe, tiyatro, meydan.

IMG_4884 IMG_4881 IMG_4882 IMG_4873 IMG_4855 IMG_4859 IMG_4856 IMG_4879 IMG_4877

Kısacası kalamışvari bir huzur, bir kurtuluş, kısa bir bir soluklanma için bu parkı aranır insan.

IMG_4891 IMG_4840 IMG_4811 IMG_4854

Son söz olarak  kısa bir film link’i bitireyim konuyu.

Sean Penn, 11 Eylül faciasını ve hissettirdiklerini mecazi anlatan kısa bir film yapmış. Muhteşem oyuncu eski toprak Ernest Borgnine yaşlı adam rolünde inanılmaz bir performans sergiliyor.

Bir bakın, bakalım ne düşünürsünüz, ne hissedersiniz?

https://www.youtube.com/watch?v=Gm8LfW1N7rQ